Yazar: Tur

  • Tarihi Eserleri ve Muhteşem Doğal Güzellikleri ile İstanbul

    Tarihi Eserleri ve Muhteşem Doğal Güzellikleri ile İstanbul

    Eski Dünya’nın merkezinde yer alan İstanbul, tarihi eserleri ve muhteşem doğal güzellikleri ile ünlü dünyanın en büyük şehirlerinden biridir. Dünyada iki kıtaya yayılan tek şehirdir: Asya ve Avrupa’nın dar bir boğazla ayrıldığı bir noktada yer alır – Boğaz. İstanbul, 2.500 yılı aşkın bir tarihe sahiptir ve kara ve denizlerin bu stratejik kavşağında kuruluşundan bu yana şehir çok önemli bir ticaret merkezi olmuştur.

    Tarihi İstanbul şehri, üç tarafı Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç ile çevrili bir yarımada üzerinde yer almaktadır. Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorlukları olmak üzere üç büyük imparatorluğun başkenti olmuştur ve 1.600 yıldan fazla bir süredir 120’den fazla imparator ve padişah dünyayı buradan yönetmiştir. Dünyada başka hiçbir şehir böyle bir ayrım iddia edemez. Gelişimi sırasında, şehir dört kez genişletildi, her seferinde şehir surları batıya doğru yeniden inşa edildi.5. yüzyıldan kalma Roma surları ile çevrili ve yedi tepeye yayılan İstanbul, Türk sanatının başyapıtları, tepeleri taçlandıran Sultanların ulu camileri ile süslenmiştir.

    Şehir her yönden zarif, görkemli ve sakin bir siluet sunuyor. Oldukça güvenli bir doğal liman olan Haliç, şehrin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Talih, İstanbul’a ana kara yollarının denize ulaştığı bir kavşakta konum, kolayca savunulabilir bir yarımada, ideal bir iklim, zengin ve cömert bir doğa, stratejik Boğaziçi’nin kontrolü ve antik dünyada merkezi bir coğrafi konum gibi avantajlar sağladı.

    Bir imparatorluk başkenti olarak, şehir sadece idari değil, aynı zamanda dini bir merkezdi. Doğu Hristiyanları Patrikhanesi’nin kuruluşundan bu yana merkezi burada olmuştur ve Hristiyan dünyasının en büyük erken kiliseleri ve manastırları bu şehirde pagan tapınaklarının üzerinde yükselmiştir.Şehir fethedildikten sonraki bir yüzyıl içinde, ona Türk karakteri kazandıran camiler, saraylar, okullar, hamamlar ve diğer mimari anıtlarla zenginleştirilirken, harabe halindeki mevcut kiliselerin bir kısmı onarılmış, değiştirilmiş ve camiye dönüştürülmüştür. Osmanlı padişahlarının kendilerine “İslam Halifesi” unvanını aldıkları 16. yüzyıl ile Cumhuriyet’in ilk yılı olan 1924 arasında İstanbul, aynı zamanda Halifeliğin de merkezi olmuştur.

    İstanbul’a diğer tüm limanlardan daha fazla Yahudi yerleşti ve 15. yüzyılda Türkler tarafından İspanya’dan kurtarıldıktan sonra burada kendilerine yeni ve mutlu bir hayat kurdular. İstanbul her zaman camilerin, kiliselerin ve sinagogların yan yana var olduğu bir hoşgörü şehri olmuştur. Şehir, Osmanlı’nın gerileme döneminde bile çok sayıda göz kamaştırıcı ve etkileyici eserle bezenmiştir.Bu süre zarfında Avrupa sanatının etkisi yeni saraylarda kendini hissettirirken, Haliç’in kuzey yamaçları, Galata ve Beyoğlu semtleri Avrupai bir karaktere büründü. I. Dünya Savaşı’na taraf olan imparatorluk çöktüğünde ve onun yerini alan genç Cumhuriyet’in başkenti Ankara’ya taşıdığında bile İstanbul önemini yitirmedi.

    II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda başlayan ve 1950’li yıllarda ivme kazanan gelişigüzel gelişme, ne yazık ki eski kentin dokusunu olumsuz yönde etkilemiş, eski ahşap evler hızla yok olurken, beton binalar çoğalmıştır. İstanbul, göç nedeniyle bir nüfus patlaması yaşadı ve çok kısa bir süre içinde tarihi surların çok ötesine yayıldı.Duvarların içindeki alanlar atölyeler, değirmenler ve ofisler tarafından istila edildi; yeni caddeler bile trafik sorununu çözememiş, altyapının yetersizliği Haliç’ten başlayarak deniz kirliliği sorununa yol açmıştır.

    1980’li yıllarda kenti kurtarmak için yapılan girişimlerle İstanbul, tarihinde görülmemiş ölçekte bir yeniden yapılanma sürecine girdi. Haliç kıyılarında yeşil kuşak oluşturmak için binlerce bina yıkıldı; Marmara Denizi’nin sahilleri doldurularak hak iddia edilen araziye park ve bahçeler inşa edildi. Deniz kirliliğinin önlenmesi amacıyla drenaj sistemleri tamamlanmış, fiziksel ve biyolojik atıksu arıtma tesisleri kurulmuş; Doğal gazın ısınma için kullanılması hava kirliliğini önemli ölçüde azaltmıştır. Roma surlarının restorasyonu için çalışmalar devam ederken, ana arter olan Beyoğlu yeni bir cadde inşa edilerek kurtarıldı. Genel temizlik, bakım, çöp toplama alanlarında iyileştirmeler yapıldı ve bu hizmetler artık Batı Avrupa standartlarında.

    Çevre yolları, iki kıtayı birbirine bağlamak için iki asma köprü üzerinden İstanbul Boğazı’nı geçmektedir. Avrupa yakası artık hızlı bir tramvay sistemine ve metroya sahip olmuş, deniz kıyılarına inşa edilen hidrofil terminaller ile deniz ulaşımında konfor ve hız sağlanmıştır. Tarihi yarımadadaki tüm sanayi kuruluşları banliyölerdeki yeni tesislerine taşındı ve yeni uluslararası otobüs terminali trafik yoğunluğunu azalttı. Eski hapishane ve şehrin ilk büyük beton binası turizme verildi ve 5 yıldızlı otellere dönüştürüldü. Şehir, Marmara kıyıları boyunca doğu-batı ekseninde dinamik bir şekilde büyümekte ve tüm hızıyla gelişmektedir.

  • Dağlara tırmanış, macera Turizmi olmaktan ziyade bir ekoturizm çeşidi

    Dağlara tırmanış, macera Turizmi olmaktan ziyade bir ekoturizm çeşidi

    Türkiye’nin muhteşem dağları ve ormanları çoğunlukla gelişmemiş olup, olağanüstü çeşitlilikte yaban hayatı, flora ve fauna için harika doğal koruma alanları olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye’nin en ünlü zirvelerinden ikisi, her ikisi de aktif olmayan volkanlardır, İç Anadolu’da Kayseri’deki Erciyes Dağı (3917 m) ve Doğu’daki Ağrı Dağı (Ağrı Dağı 5137 m). Doğu Karadeniz bölgesinde Rize Kaçkar (3932 m), Orta Toros silsilesinde Niğde Aladağ (3756 m) ve Doğu Toroslar’da Hakkari yakınlarında Cilo ve Sat Dağları (4136 m) diğer iyi bilinen sıradağlardır.

    Ülkenin dağlık doğası kültürel evrimini etkilemiştir. Yüzyıllar boyunca, göçebeler ve yarı göçebe halklar her yıl yaz aylarında yüksek rakımların taze otlaklarına göç etmişlerdir. Yayla adı verilen bu dağ çayırları, hala geleneksel kültüre sıkı bir bağı temsil ediyor.

    Dağcılar ve dağ coğrafyasına ilgi duyanlar için Türkiye zengin bir keşif fırsatı sunuyor. Buzullar, volkanlar ve Kars gibi tuhaf jeolojik oluşumlar, jeoloji araştırmacıları ve öğrencileri için karşı konulmaz olduğunu kanıtlıyor. Zorlu arazi, Türkiye’nin doğu, orta ve güney dağlarında ilginç deneyimler bulan açık hava sporları meraklıları için harika fırsatlar sunuyor. Hangi düzeyde olursa olsun, bir keşif gezisine yardımcı olacak kaynakların bir listesi aşağıda bulunabilir.

    Türkiye’nin Popüler Dağları

    – Munzur Dağları
    – Bolkar Dağları
    – Bey Dağları
    – Süphan Dağı
    – Nemrut Dağı
    – Erciyes Dağı
    – Toros Dağları
    – Kaçkar Dağları
    – Cilo Sat Dağları
    – Büyük Ağrı Dağı

    Popüler Tırmanma Siteleri

    Kaçkar Dağı Sıradağları (Karadeniz), Antalya – Beydağlar (Akdeniz), Erciyes Dağı (İç Anadolu), Niğde Aladağlar (İç Anadolu), Ağrı Dağı (Doğu Anadolu), Süphan Dağı (Doğu Anadolu), Bolkar Dağları (Akdeniz), Mercan (Munzur) Dağları (Doğu Anadolu)

    Dağ Turizmi ve Sporu ile İlgili Faydalı Bilgi ve Kaynaklar

    – Turizm Bakanlığı, Turizm Danışma Bürosu İsmet İnönü Bulv. No 5, Ankara

    – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü (Dağcılık Federasyonu) Ulus, Ankara

    – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü (Kayak Federasyonu) Ulus, Ankara

  • 3-4 Günde İstanbul’da Nereler Gezilir

    3-4 Günde İstanbul’da Nereler Gezilir

    Tarihi İstanbul şehri, Boğaziçi ve Haliç ile birleşerek bütünlük oluşturduğu kıyılarda inşa edilmiştir. Dünyanın hiçbir köşesinde, bu kadar yakın bir mesafede doğanın başyapıtlarını, insanın el emeği eserlerini, tarihin izlerini ve yaşamın yankısını bulamazsınız. Şehirde kısa süreli konaklayanlara günlük geziler, önemli tarihi mekanları, müzeleri, ünlü Kapalıçarşı ve çevresini ziyaret ettirirler. Limandan hareket eden turlar veya oteller, Tarihi İstanbul yarımadasındaki eserleri yarım günlük programlarla ziyaret ederler. Önemli yapıtlar: Dünyanın 8. harikasından biri olarak kabul edilen Ayasofya Müzesi, Süleymaniye Camii, Sultan Ahmet Camii, Hipodrom ve Topkapı Sarayı Müzesi bulunmaktadır.

    Bu klasik bir günlük turun yanı sıra, pek çok Roma, Bizans ve Türk eserleri ile Boğaziçi ve Asya yakası turları, İstanbul’u ziyaret edenlerin unutulmaz anılarla ülkelerine dönmesini sağlar. Roma dönemi şehir surları, son Bizans dönemi freskleri ve mozaikleri ile dekore edilmiş, tanınmış Kariye Müzesi, şehrin en güzel manzarasına sahip Galata Kulesi, Boğaziçi kıyısındaki dünyanın en zengin sarayı Dolmabahçe, ünlü Arkeoloji Müzeleri, Türk İslam Sanatları Müzesi, Mısır Çarşısı ve daha birçok tarihi eseri keşfedebilmek için İstanbul’da 3-4 gün konaklamak gerekmektedir.

    Gece turları, oryantal dans ve folklor ekiplerinin canlı performanslarıdır. İstanbul’un havaalanı ve limanı Avrupa kıtasındadır. Vapurla seyahat etmek veya modern Boğaziçi Köprüleri aracılığıyla Asya’ya geçmek, bu fırsatı yakalayamamış kişiler için büyük bir fırsattır. Şehrin ve Boğazın panoramik görüntüsü, asma köprülerden ve Asya tarafındaki Çamlıca Tepesi’nden tüm görkemiyle izlenebilir. Şehir merkezine vapurla bir saat, hızlı deniz otobüsleriyle yarım saat uzaklıkta bulunan Adalar, dinlenmek, eğlenmek, yürüyüş yapmak ve yüzmek, fayton turları için mevsimlik harika ve uygun yerlerdir.

    Şehir turlarında seyahat acentelerinin sağladığı turların yanı sıra konforlu limuzin kiralama seçenekleri de mevcuttur. İstanbul’da alışveriş olanakları bol ve çeşitlidir. Kapalı Çarşı ve girişteki ünlü büyük mağazalar, Ak Merkez, Galeria, Capitol gibi merkezler, Beyoğlu, Nişantaşı butiklerinin yanı sıra Bağdat Caddesi’ndeki dükkanlar yıl boyunca hizmet verirler. İstanbul gezilerinde Boğaziçi’ni ziyaret etmek, güzelliklerini izlemek zorunludur, keyiflidir.Eminönü’nden hareket eden düzenli vapurlar, otel ve turizm ajanslarının organize ettiği turlar veya kiralanacak bir deniz aracı ile gündüz ya da gece Boğaziçi en güzel şekilde gözlemlenebilir. Karadeniz’e doğru zigzag yaparak ilerlerken, sol taraf Avrupa, sağ taraf ise Asya kıyılarıdır.

    Kız Kulesi’nin önünde Üsküdar’da karşı kıyıda Dolmabahçe Sarayı yer alır. 1704 metre uzunluğundaki ilk asma köprünün Avrupa kulesi Ortaköy’de, diğer kule ise karşıda, Beylerbeyi sarayı yanında yükselmektedir. Eski yapılar ve modern köprü bir arada yer alır. Köprünün ardından görülen Asya tarafındaki büyük, sarı iki kuleli yapı “Kuleli Askeri” okuludur. (19yy). Karşı tarafta, Bebek plajlarındaki dikkat çekici tarihi yapı Mısır Konsolosluğu’dur. Bebek, derin bir marina alanıdır. 20yy’ın başlarında inşa edilen sahildeki hoş küçük cami, klasik Türk sanatının üslubunu yansıtmaktadır.

  • Bodrum’a olan aşkı ile tanınan ünlü yazar, şair, ressam Cevat Şakir Kabaağaçlı

    Bodrum’a olan aşkı ile tanınan ünlü yazar, şair, ressam Cevat Şakir Kabaağaçlı

    HALİKARNAS BALIKÇISI, CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI (1890 – 1973)
    “Eh nihayet yokuşun tepesine gelmiştik. Yüreğim çarpıyor. Tepedeki bir dönemeci dönünce, şırrak, gurrr diye Arşipel’in koyu, çividimsi mavisi ölçülmez açıklıklara kadar yayılıverdi. Durduğum tepeden sonsuzluğu seyrediyormuş gibiyim.

    ‘Halikarnas Balıkçısı, sürgüne gittiği Bodrum’u ilk kez gördüğünde hissettiklerini kağıda işte böyle dökmüş. Bodrum gerçekten ilk kez gidenleri öyle bir büyülüyor ki, etkisi yıllarca sürüyor. Bir giden bir daha bir daha gidiyor. Her seferinde de bir başka güzelliğini, ilginçliğini keşfediyor.

    Bodrum akşamlarının tadına bakıp da sabahlara kadar dans edip yorulduysanız, gündüzleri yapacak tek şey kalıyor. O da uyuyup kendinize gelmek. Ancak eğer ben gezmeyi de seviyorum diyorsanız, o zaman size Bodrum yarımadasını gezin deriz.

    Gerçi Bodrum içinden de limandan tekne turlarına katılıp Karaada, Akvaryum, Orak Adası gibi yerleri denizden dolaşmanız mümkün. Ama eğer özel aracınız varsa , yoksa da bu rotayı minibüslerle de yapabilirsiniz. Gezinize Torba’dan başlayın.

    Torba sahilinde denize ireceğiniz çok güzel sahil kuşağı var. Burada biraz mola verebilirsiniz. Sonraki durağınız ise Gölköy olabilir. Burada da Bodrum’un kargaşasını yaşamadan keyifle denize girip, köy içinde dolayabilirsiniz. Baklava yemeyi ihmal etmeyin…

    Sonraki durağınız Türkbükü. Burası gerçekten çok güzel bir tatil merkezi. Yakın zamana kadar sadece Mavi yolculuk teknelerinin uğradığı Türkbükü en az bozulan yörelerden biri. Sahilde kıyısı olmaması rağmen, denize yapılan tahta iskelelerde denize girip gezebilirsiniz. Buranın ilginç tarafı sanatçıları ve ünlüleri bol bir yer olması.

    Her adımda ekranlarda gördüğünüz bir ünlüyü karşınızda görebilirsiniz. Fotoğraf çekmeyi sevenler için Türkbükü güzel enstantaneler sunuyor Cevat Şakir, 1890 yılında babası tarihçi, yazar ve vezir Mehmet Şakir Paşa Girit’te yüksek komiserlik görevinde iken Girit’te doğdu. Doğum yeri ve tarihi konusunda farklı kaynaklar farklı bilgiler vermektedirler.

    Annesi İsmet Hanım’dır. Cevat Şakir baba tarafından Şakirpaşa Ailesi olarak tanınan köklü bir Osmanlı ailesine mensup olup, amcası II. Abdülhamit’in sadrazamlarından Cevat Şakir Paşa’dır. Çocukluğu babasının elçilik yaptığı Atina’da geçmiştir. 1904’te Robert Kolej’ini bitirdi ve yüksek öğrenimini 1908’de İngiltere’de Oxford Üniversitesi Yeni Çağlar Tarihi Bölümü’nde tamamladı. 1913’te evlendiği İtalyan eşiyle İtalya’da kaldı. Bu sırada resim dersleri aldı, İtalyanca ve Latince öğrendi.

    1914’te babası Mehmet Şakir Paşa, Cevat Şakir’in tabancasından çıkan bir kurşunla Afyon’da ölünce Cevat Şakir 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezasının yedi yılını çektikten sonra yakalandığı verem hastalığından ötürü affedilip tahliye edildi.

    Bir süre tekkeye devam etti. 1910-1925 arasında Resimli Ay ve İnci gibi dergilere yazılar yazdı; kapak resimleri, süslemeler, karikatürler çizdi.

    Zekariya Sertel’in çıkardığı Resimli Hafta’da Hüseyin Kenan takma adıyla yazdığı ‘Hapishane İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler’ adlı öykü yüzünden Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı ve Bodrumda 3 yıl sürgün cezasına çarptırıldı(1925).

    Bir buçuk yıl sonra cezası affa uğrayınca İstanbul’a dönmedi, çok sevdiği Bodrumda kaldı. 1947’de İzmir Karataş’a yerleşerek hayatını gazetecilik ve turist rehberliğiyle kazandı.

    1973’te kemik kanserinden İzmir’de öldü. Vasiyeti üzerine Bodrumda manevi oğlu Şadan Gökovalı ile birlikte seçtiği yerde gömüldü. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın iki çocuğu vardı. (Oğlu Suat Kabaağaçlı, Kızı İsmet Kabaağaçlı Noonan)

    HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN VASİYETİ
    Şadan Gökovalı, (Manevi oğlu) Halikarnas Balıkçısı’nın kendisine yaptığı vasiyeti şöyle anlatıyor;
    “Yazacağım bunlar ama belki yazamadan giderim. Sana şimdiden söylemiş olayım. Bodrum’a gömülmek istiyorum. Bittabi orayı çok sevdim. Hayli hizmetimde geçti. Belediye’yede yazmak istiyorum ama sana söyleyeyim daha iyi. Mindos Kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda Hatice’ye de (son eşi) bir yer ayırsınlar. Sakın mermer, beton filan istemem ha…

    Bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız. Onu diken mezarımın başına. Falanca oğlu filancaymış şu tarihte doğup şu tarihte ölmüşüm. Katiyen yazı istemiyorum, basit bir taş. Eh bizim tekne su almaya başladı. Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor gönül gözüyle her zaman görüyorum.

    Suat (oğlu) sık sık ziyaret edebilmeleri için İzmir’e gömmek istediklerini söylüyor. İstemem yahu. Bodrum’u severim bilirsin. Beni ziyaret için çocuklar arasıra da olsa gezmiş, hava almış olurlar. Zaten ben saygı duruşu isteyecek değilim ya. Balıkçı’ya bir Merhaba yaraşır.’ Halikarnas Balıkçısı’nın mezarının yerini nasıl tespit ettiğini kızı İsmet Noonan kendisiyle yaptığımız şöyle anlattı; ‘1972 yılında babamla beraber Bodrum’a geldik.

    Babam hasta olduğu için yanından hiç ayrılmıyordum. Babamın Hasip diye bir arkadaşı vardı. Bana onun yanına gideceğini söyledi. Turizm müdürü Çam’ı, arkadaşı Hasip’i ve Belediye Başkanını alarak gömülmek istediği yeri göstermiş. Biz babamın naaşını getirdiğimizde mezar hazırlanmıştı.’

    SANAT HAYATI
    1926’dan sonra deniz hikayeleriyle tanındı. Konularını Ege Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi kıyı ve açıklarında gelişen, denize bağlı olaylardan çıkardı. İçinde yaşadığı, en küçük ayrıntılarına kadar bildiği hür ve asi denizi, kaderleri denizin elinde olan balıkçıları, dalgıçları, sünger avcılarını ve gemileri zengin bir terim ve mitologya hazinesinden güçlenerek, denize karşı sonsuz bir hayranlıktan gelen şiirli, yer yer aksayan, ama sürükleyip götüren bir anlatımla hikaye ve romana geçirdi.

    Yazı ve düşünceleriyle Azra Erhat gibi döneminin önemli aydınlarını etkilemiş bir kişi olarak, çeşitli dillerden yüz kadar da kitap çevirmiş olan ve kendi eserlerinin sonraki baskıları yapılagelen Balıkçı’ya Kültür Bakanlığı’nca 1971 Devlet Kültür Armağanı verilmiştir.

    ESERLERI ROMANLARI DENEME KITAPLARI
    Ege Kıyılarından (1939) Aganta Burina Burinata (1945) Anadolu Efsaneleri (1954)
    Merhaba Akdeniz (1947) Ötelerin Çocuðu (1956) Anadolu Tanrıları (1955)
    Ege’nin Dibi (1952) Uluç Reis (1962) Mavi Sürgün (Anıları, 1961)
    Yaþasın Deniz (1954) Turgut Reis (1966) Anadolu’nun Sesi (inceleme, 1971)
    Gülen Ada (1957) Deniz Gurbetçileri (1969) Hey Koca Yurt (1972)
    Ege’den (1972) Merhaba Anadolu (1980)
    Gençlik Denizlerinde (1973) Düþün Yazıları (1981)
    Parmak Damgası (1986) Altıncı Kıta Akdeniz (1982)
    Dalgıçlar (1991) Sonsuzluk Sessiz Büyür (1983)
  • Türkiye’de Turizm Çeşitleri

    Türkiye’de Turizm Çeşitleri

    Golf Turizmi
    Türkiye, son zamanlarda açılan uluslararası standartlardaki golf tesisleriyle dünya genelindeki golf tutkunlarını bir araya getiren kalite ve prestijin kaynaştığı bir merkez konumundadır.

    Su Altı Dalış
    Türkiye’nin sularında yer alan önemli batıklar ve su altı mağaraları, dalgıçlarca keşfedilmeyi beklemektedir.

    Yat Turizmi
    Üç tarafı denizlerle kaplı Türkiye, muhteşem manzaralara sahip koyları ve körfezleri, donanımlı marinaları ile yelkenciler için gerçek bir cennettir.

    Kongre Seyahati
    Avrupa ile Asya’nın kesişim noktasında yer alan Türkiye, toplantılar, seminerler ve kongreler için harika bir mekan sağlamaktadır.

    İnanç Turizmi
    Tarih boyunca hem çok Tanrılı hem de tek Tanrılı dinlere ev sahipliği yapan Türkiye, farklı inançlardan insanların görmesi gereken eserler barındırmaktadır.

    Yayla Turizmi
    Kendine özgü coğrafyası ve iklimi bulunan Türkiye’nin zengin yaşam kültürü içinde yayla hayatı önemli bir yere sahiptir.

    Mağara Ziyareti
    Dünyanın diğer ülkeleriyle kıyaslandığında “mağara cenneti” olarak tanınan Türkiye’de yaklaşık 40.000 civarında mağara yer almaktadır.

    Sağlık ve Kaplıca Turizmi
    Türkiye, zengin ve şifalı termal kaynaklarıyla bir kaplıca cenneti olup, kaliteli tesisleriyle şifa arayanları ağırlamaktadır.

    Av Turizmi
    Türkiye’nin coğrafi yapısı, bitki örtüsü ve doğal yaşamı, avcılık ve av turizmiyle ilgilenenler için büyük bir fırsat sağlar.

    Kış Sporları Turizmi
    Yaz – kış karla kaplı yüksek dağları ve bu dağlardaki kayak tesisleri ile Türkiye, önemli bir Kış turizmi merkezi konumundadır.

    İpek Yolu
    Anadolu, Çin’den başlayıp Orta Asya’yı geçerek Avrupa’ya ulaştığı tarihi İpek Yolu’nun en önemli kesişim noktalarından birini temsil etmiştir.

    Hava Sporları Aktivithesi
    Türkiye, yamaç paraşütü, yelken kanat, planör, paraşüt ve balon gibi hava sporları tutkunlarının keşfetmesi gereken bir yerdir…

    Yüksek dağlara tırmanma sporu
    Türkiye, çeşitli yüksekliklere sahip, zengin flora ve faunasıyla dağlarıyla ülkenin her yerinde doğa tutkunuzu ve macera arayan insanları bekliyor.

    Akarsu-Rafting Turizmi
    Türkiye, dört bir yanını saran uzun ve gürül gürül akan nehirleri ile su sporları açısından ziyaretçilerine önemli bir akarsu turizmi imkanı sunmaktadır.

    Kamp ve Karavan Turizmi
    Hareket halinde olma zorunluluğu olmaksızın çeşitli bölgeleri keşfetme imkânı sunar. İnsanların doğal güzelliklerden yararlanarak kent yaşamının stresinden uzaklaşmalarına olanak tanır.

  • Tatile Gitmenin Tam Zamanı: 2025 Yılı Resmi Tatil Günleri

    – 1 Ocak Yılbaşı
    – 29 Mart Ramazan Bayramı Arifesi
    – 30 Mart Ramazan Bayramı 1.gün
    – 31 Mart Ramazan Bayramı 2.gün
    – 1 Nisan Ramazan Bayramı 3.gün
    – 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
    – 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü
    – 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı
    – 5 Haziran Kurban Bayramı Arifesi
    – 6 Haziran Kurban Bayramı 1.gün
    – 7 Haziran Kurban Bayramı 2.gün
    – 8 Haziran Kurban Bayramı 3.gün
    – 9 Haziran Kurban Bayramı 4.gün
    – 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü
    – 30 Ağustos Zafer Bayramı
    – 28 Ekim Cumhuriyet Bayramı Arifesi
    – 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı
    – 31 Aralık Yılbaşı gecesi

    Not: Arifeler öğleden sonra tatildir.ün | 29 Ekim {Salı} tam gün – Cumhuriyet Bayramı Tatili.

  • Türk mutfağı büyük ölçüde Osmanlı mutfağının mirasıdır

    turkish salad

    Mutfakla ilgilenmek için seyahat edenler için Türk Mutfağı keşfedilmeye değerdir. Mutfağı oluşturan yemeklerin çeşitliliği, hepsinin ziyafet benzeri yemeklerde bir araya gelme şekilleri ve her bir zanaatın belirgin karmaşıklığı, hayat boyu çalışma ve keyif için yeterli malzeme sunar. İtalyan “makarnası” ya da Fransız “sosu” gibi temel bir unsuru ya da tek bir baskın özelliği ayırt etmek kolay değildir. İster mütevazı bir evde, ister ünlü bir restoranda ya da bir Bey’in konağında akşam yemeğinde olsun, bu zengin ve çeşitli mutfağın tanıdık kalıpları her zaman mevcuttur. Bu, toplumun, topluluğun ve kültürün yüksek düzenini yeniden teyit ederken duyuları tatmin eden nadir bir sanattır. Tembel, gri bir kış gününde annesini “lahana dolması” pişirirken izleyen pratik zekalı bir çocuk merak edecektir: “Sotelenmiş pirinç, çam fıstığı, kuş üzümü, baharatlar, otlar ve hepsi de yarı saydam lahana yapraklarına sıkıca sarılmış, her biri tam olarak yarım inç kalınlığında olan ve limon dilimleriyle süslenmiş oval bir servis tabağına istiflenmiş bu tuhaf kombinasyonu kim keşfetti?

    Bu mütevazı sebzeyi bu kadar az ek malzemeyle bu kadar yüksek bir moda ve lezzete dönüştürmek nasıl mümkün oldu? Ve böylesine lezzetli bir yemek nasıl olur da sizin için de iyi olabilir?” Modern zihin, bir anlık tefekkürle, “baklava ”nın bir düzine kadar sofistike tatlı hamur işinin genel kuzeni olduğu mütevazı bir tatlı dükkanına girdiğinde benzer düşüncelere kapılır: burma sarık, sultan, saray, hanım göbeği, bülbül yuvası gibi isimler… Aynı deneyim, bir düzine farklı sütlü puding çeşidinin bulunduğu bir muhallebicide de sizi bekler. Bu görkemli mutfağın evriminin bir tesadüf olmadığı, aksine dünyanın diğer büyük mutfaklarında olduğu gibi üç temel unsurun bir araya gelmesiyle oluştuğu sonucuna varılabilir. Besleyici bir ortamın yeri doldurulamaz. Türkiye, zengin florası, faunası ve bölgesel farklılaşması nedeniyle gıda maddelerinin bolluğu ve çeşitliliğiyle tanınır.

    İkinci olarak, bir İmparatorluk Mutfağının mirası kaçınılmazdır. Her biri farklı yemek türlerinde uzmanlaşmış ve hepsi de kraliyet damak zevkini memnun etmeye hevesli yüzlerce aşçının, bugün bildiğimiz mutfağın mükemmelleştirilmesinde etkileri olduğuna şüphe yoktur. Karmaşık bir sosyal organizasyon, canlı bir şehir hayatı, iş gücünün uzmanlaşması, dünya çapında ticaret ve Baharat Yolu’nun tam kontrolü ile desteklenen Saray Mutfağı, güçlü bir İmparatorluğun başkentinde zenginliğin doruk noktasını ve kültürün gelişmesini yansıtıyordu. Son olarak, toplumsal örgütlenmenin uzun ömürlülüğü de hafife alınmamalıdır. Anadolu Türk Devleti bin yıllıktır ve doğal olarak mutfağı da öyle. İbn’i Haldun’un “Kralın dini zamanla halkın dini olur” dediği gibi, zaman çok önemlidir ve bu durum kralın yemekleri için de geçerlidir.

    Böylece, Osmanlı Hanedanlığı’nın 600 yıllık hükümdarlığı ve modern Türkiye’nin bugününe kesintisiz bir kültürel geçiş, farklılaşma, yemeklerin rafine edilmesi ve mükemmelleştirilmesi ve içinde bulundukları yemeklerin sıralanması ve kombinasyonu yoluyla büyük bir mutfağın evrimine yol açmıştır. Fransız, Çin ve Türk mutfaklarında olduğu gibi, yukarıdaki üç koşulun da yerine getirildiği durumlar oldukça nadirdir. Türk mutfağı, Uzak Doğu ve Akdeniz’in kesişme noktasında yer alma ayrıcalığına sahiptir; bu da Türklerin Orta Asya bozkırlarından (Çinlilerle karıştıkları) Avrupa’ya (etkilerinin Viyana’ya kadar hissedildiği) uzun ve karmaşık bir göç tarihine yol açmıştır. Bu benzersiz özellikler ve kapsamlı tarih, Türk mutfağına, her biri neredeyse sonsuz çeşitlilikte yemekler yaratmak için hazırlanabilen ve diğerleriyle birleştirilebilen, ancak her zaman keyfi olmayan bir şekilde zengin bir yemek yelpazesi kazandırmıştır.

    Bu durum, tüm sanat eserlerinde olduğu gibi derin yapısını korurken, bölgesel tarzların geliştirilmesiyle doğaçlamaya açık bir mutfağın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Mutfak aynı zamanda kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. IL, günlük yaşam ritüellerinin bir parçasıdır. Sembolizm ve uygulama yoluyla kendine özgü biçimlerde maneviyatı yansıtır. Türkiye’yi ziyaret eden veya bir Türk evinde yemek yiyen herkes, aşçının başarısından bağımsız olarak, mutfağın benzersizliğini mutlaka fark edecektir. Buradaki amacımız, yemek repertuarının, ilgili kültürel uygulamaların ve manevi anlamlarının daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasını sağlayarak, Türk yemeklerini kullanmaya yeni başlayanlara yardımcı olmaktır. Erken dönem tarihi belgeler, Türk mutfağının temel yapısının Göçebe Dönemi’nde ve Asya’daki ilk yerleşik Türk Devletleri’nde zaten kurulmuş olduğunu göstermektedir. Bu erken dönemi karakterize eden et, süt ürünleri, sebze ve tahıllara yönelik mutfak tutumları, halen Türk düşüncesinin özünü oluşturmaktadır.

    İlk Türkler buğday yetiştirmiş ve bolca kullanmışlardır), toprak fırınlarda pişirilen, ızgarada kızartılan ya da köze gömülen çeşitli mayalı ve mayasız ekmek türleri. “Mantı” (hamur tatlısı) ve ‘Buğra’ (Türkistanlı Buğra Han’ın adıyla anılan ‘börek’ ya da dolgulu hamur işlerinin atası) bu dönemin çok sevilen yemekleri arasındaydı. Sadece böreğin değil, her türlü sebzenin de doldurulması yaygın bir uygulamaydı ve düzinelerce farklı “dolma” türünde görüldüğü gibi hala da öyledir. Etin şişe geçirilmesi ve daha sonraları “kebap” çeşitleri olarak bilinen diğer ızgara yöntemleri ile peynir ve yoğurt gibi süt ürünleri, pastoral Türklerin temel gıdalarıydı. Bu tutum ve uygulamaları 11. yüzyılda Anadolu’ya getirdiler. Karşılığında pirinçle, bölgeye özgü meyve ve sebzelerle ve Anadolu Yarımadası’nı çevreleyen üç denizdeki yüzlerce çeşit balıkla tanıştılar. Bu yeni ve harika malzemeler, takip eden bin yıl içinde temel mutfağa asimile edildi.

    Anadolu, “dünyanın ekmek sepeti” olarak bilinen bölgedir. Türkiye, bugün bile dünyada kendi halkını doyuracak kadar gıda üreten ve ihraç edecek çok şeyi olan yedi ülkeden biridir. Türkiye’nin manzarası o kadar geniş bir coğrafi bölgeyi kapsar ki, her iki ila dört saatlik sürüşte kendinizi manzara, sıcaklık, rakım, nem, bitki örtüsü ve hava koşullarındaki tüm değişikliklerin ortasında farklı bir bölgede bulursunuz. Türkiye’nin manzarası, dünyanın en eski üç kıtasının (Avrupa, Afrika ve Asya) birleşik özelliklerini ve 40. enlem boyunca yer alan diğer tüm ülkeleri aşan bir ekolojik çeşitliliği barındırmaktadır. Bu nedenle mutfağın çeşitliliği de bölgesel farklılıklarıyla manzaranın çeşitliliğine bürünmüştür. Doğu bölgesinde, kışların uzun ve soğuk geçtiği engebeli, karla kaplı dağların yanı sıra zengin kır çiçekleri ve akan dereleriyle bahar mevsiminin uzun ve serin yaza uzandığı yaylalarla karşılaşacaksınız. Hayvancılık yaygındır.

    Tereyağı, yoğurt, peynir, bal, et ve tahıllar yerel yiyeceklerdir. Uzun kışlar, dağlarda bulunan aromatik bitkilerle tatlandırılmış yoğurt çorbası ve köfte ve ardından sonsuz porsiyon çay yardımıyla en iyi şekilde atlatılır. Ülkenin kalbi, inişli çıkışlı tepeleri olan kuru bir bozkırdır ve güneş gökyüzünde ilerledikçe altın, mor, soğuk ve sıcak grilerin en inanılmaz tonlarına bürünen buğday tarlaları ve çorak ana kayalardan oluşan uçsuz bucaksız bir alandır. Ticaret rotaları boyunca yemyeşil ekili bahçeleri ve bostanları olan antik kentler vardı. Bunlar arasında Selçuk İmparatorluğu’nun (Anadolu’daki ilk Türk Devleti) başkenti olan Konya, 13. yüzyılda dünyanın dört bir yanından alim, mutasavvıf ve şairleri kendine çeken bir kültürün merkezi olarak öne çıkmıştır. Bugün Konya’da toprak fırın (tandır) kebapları, börekleri, etli ve sebzeli yemekleri ve helva tatlılarıyla beğenilen zengin mutfağın geçmişi, M.S. 1.237 yılında Sultan Alaaddin Keykubat tarafından verilen ziyafetlere kadar uzanır.

    Batıya doğru, ekili dağ yamaçları arasındaki sıcak ve verimli vadilere ve Ege’nin dantel gibi kıyılarına ulaşılır; burada doğa dostudur ve yaşam her zaman kolay olmuştur, her türden meyve ve sebze bol miktarda bulunur, en iyisi de deniz ürünleridir! Burada zeytinyağı temel bir gıda maddesi haline gelir ve hem sıcak hem de soğuk yemeklerde kullanılır. Kuzeydeki Karadeniz Sahili’nin ılıman bölgesi yüksek Kafkas Dağları tarafından korunur ve fındık, mısır ve çay bol miktarda bulunur. Karadenizliler balıkçıdır ve kendilerini ekolojik yoldaşları, hamsiye benzeyen küçük bir balık olan pırıl pırıl “hamsi” ile özdeşleştirirler. Hamsi ile yapılan en az kırk farklı yemek vardır, tatlılar da dahil! Birçok şiir, anekdot ve fok dansları bu lezzetli balıktan esinlenmiştir. Türkiye’nin güneydoğusu, kebap ve tatlı hamur işlerinin en büyük çeşitliliğini sunan sıcak ve çöl benzeri bir bölgedir. Buradaki yemekler, muhtemelen sıcak havalarda bozulmayı geciktirmek ya da yerlilerin dediği gibi, vücudun içindeki ısıyı dışarıdakiyle eşitlemek için diğer tüm bölgelere kıyasla daha baharatlıdır!

    Ülkenin mutfak merkezi, Trakya’yı da içine alan Marmara Bölgesi ve Kraliçe Şehir İstanbul’dur. Bu ılıman, bereketli din, çok çeşitli meyve ve sebzelerin yanı sıra en lezzetli kuzu etine sahiptir. Boğaz’da dolaşan balıkların çeşitliliği diğer denizlerdekinden fazladır. Dağların üzerinde bir şehir olan Bolu, Sultan’ın Sarayı için en büyük aşçıları tedarik etmiştir ve şimdi bile ülkenin en iyi aşçıları Bolu’dan gelmektedir. İstanbul mutfağın merkez üssü olduğundan, onu anlamak için Sultan’ın mutfağını incelemek gerekir… Mutfak sanatının Osmanlı Sultanları için önemi, Topkapı Sarayı’nı ziyaret eden her ziyaretçi için açıktır. Devasa mutfaklar, on kubbenin altındaki çeşitli binalarda yer alıyordu. 17. yüzyıla gelindiğinde Saray’da yaklaşık bin üç yüz mutfak personeli bulunuyordu. Çorbalar, pilavlar, kebaplar, sebzeler, balıklar, ekmekler, hamur işleri, şeker ve helvalar, şuruplar ve reçeller ve içecekler gibi farklı kategorilerde uzmanlaşmış yüzlerce aşçı, günde on bin kadar insanı besliyor ve ayrıca şehirdeki diğer kişilere kraliyet lütfu olarak tepsiler dolusu yemek gönderiyordu.

    Yemeğin önemi, Yeniçeriler olarak bilinen Osmanlı askeri elitinin yapısında da açıkça görülmektedir. Ana bölüklerin komutanları çorbacı olarak bilinirdi, diğer yüksek rütbeli subaylar arasında Baş Aşçı, Tulumcu, Fırıncı ve Gözlemeci bulunurdu, ancak görevlerinin yemekle pek ilgisi yoktu. Pilav yapmak için kullanılan devasa kazanın Yeniçeriler için özel bir sembolik önemi vardı ve her bölüğün odak noktasıydı. Mutfak aynı zamanda siyasetin de merkeziydi, çünkü Yeniçeriler ne zaman Sultan’ın kabinesinde bir değişiklik ya da bir sadrazamın kellesini isteseler, pilav kazanlarını devirirlerdi. “Kazanı devirmek”, bugün hala saflardaki bir isyanı belirtmek için kullanılan bir ifadedir. İşte bu ortamda, hayatlarını mesleklerine adamış yüzlerce sultan aşçısı, daha sonra Balkanlar’dan Güney Rusya’ya ve Kuzey Afrika’ya kadar benimsenen Türk mutfağının yemeklerini geliştirdi ve mükemmelleştirdi.

    İstanbul o zamanlar dünyanın başkentiydi ve tüm prestije sahipti, bu yüzden onun yöntemleri taklit edildi. Aynı zamanda, dünyanın tüm hazinelerinin kendisine akmasını sağlayan muazzam bir organizasyon ve altyapı tarafından destekleniyordu. Geniş İmparatorluğun eyaletleri, yorgun tüccarları ve güvenlik güçlerini dinlendirmek için kervansarayların bulunduğu bir ticaret yolları sistemiyle birbirine bağlanmıştı. Mutfak tarihinin en önemli faktörü olan Baharat Yolu, Sultan’ın tam kontrolü altındaydı. Mahkemeler tarafından belirlenen katı standartlar altında yalnızca en iyi malzemelerin ticaretine izin verilirdi. Loncalar mutfağın gelişmesinde ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bunlar arasında avcılar, balıkçılar, aşçılar, kebapçılar, fırıncılar, kasaplar, peynirciler ve yoğurt tüccarları, pasta şefleri, turşucular ve sucuk tüccarları vardı. Başlıca zanaatların hepsinin kutsal olduğuna inanılırdı ve her lonca himayesini azizlere dayandırırdı. Loncalar fiyat ve kalite kontrollerini belirlerdi. Ürünlerini ve yeteneklerini, Veliaht Prens’in sünnet şenlikleri veya dini bayramlar gibi özel günlerde İstanbul sokaklarında görkemli geçit törenlerinde sergilerlerdi.

    Saray örneğini takip eden tüm büyük Osmanlı evleri özenle hazırlanmış mutfaklara sahipti ve hem birbirleri hem de halk için ziyafetler hazırlamakta yarışırlardı. Hatta her mahallede en az bir hane, kutsal Ramazan ayında ya da diğer bayram günlerinde akşam yemeği için uğrayan herkese kapılarını açardı. Geleneksel mutfak bu şekilde gelişti ve ülkenin en mütevazı köşelerine bile yayıldı. Malzemelerine göre yemek türlerini incelemek, Türk mutfağının temel yapısını açıklamaya yardımcı olabilir. Aksi takdirde, her biri kendine özgü malzeme kombinasyonuna ve kendine özgü hazırlama ve sunum yöntemine sahip çok çeşitli yemekler varmış gibi görünebilir. Tüm yemekler uygun bir şekilde kategorize edilebilir: tahıl bazlı, ızgara etler, sebzeler, deniz ürünleri, tatlılar ve içecekler. Bu kategorilerin her birini açıklamadan önce, bazı genel yorumların yapılması gerekmektedir.

    Mutfağın temeli tahıllara (pirinç ve buğday) ve sebzelere dayanmaktadır. Her yemek kategorisi sadece bir ya da iki çeşit ana malzeme içerir. Türkler mutfak zevklerinde püristtir, yani yemeklerin ana malzemenin lezzetini soslar veya baharatlar altında saklamak yerine ortaya çıkarması gerekir. Bu nedenle patlıcan patlıcan gibi, kuzu kuzu gibi, kabak kabak gibi vb. tat vermelidir. Türk yemekleri hakkındaki yaygın Batı izleniminin aksine, baharatlar ve otlar çok basit ve az miktarda kullanılır. Örneğin nane ya da dere otu kabakla, maydanoz patlıcanla, birkaç diş sarımsak bazı soğuk sebze yemeklerinde, kimyon ise kırmızı mercimek çorbasının üzerine serpilir ya da köfte yapılırken kıymaya karıştırılır. Limon ve yoğurt hem et ve sebze yemeklerini tamamlamak hem de zeytinyağı veya etin tadını dengelemek için kullanılır. Çoğu tatlı ve meyve yemeğinde baharat kullanılmaz. Bu yüzden tatları rafine ve incedir.

    Etsiz yemeklerin başlıca sınıfları vardır. Et kullanıldığında, az miktarda kullanılır. Etli kebaplarda bile “pide” veya yassı ekmek, sebze veya yoğurtla birlikte yemeğin en büyük parçasıdır. Türk mutfağı ayrıca tatlılar ve içecekler konusunda da çeşitli otantik katkılara sahiptir. Türkler için yemeğin kendisi kadar ortamı da önemlidir. Bu nedenle, yemek protokolünün yanı sıra yemekle ilgili mekanların da dikkate alınması gerekir. Mutfak için gerekli malzemeleri bulabileceğiniz “harika yemek mekanları” arasında haftalık semt pazarları (“pazar”) ve daimi pazarlar bulunmaktadır. Bunlardan en ünlüsü İstanbul’daki Baharat Pazarı’dır. Burası, Osmanlı öncesinden beri olduğu gibi, akla gelebilecek her türlü gıda maddesinin bulunabileceği bir yerdir. Burası, Baharat Yolu’nun son noktası olan eski bir kubbeli binanın içinde yer alan tezgahlardan yükselen yüzlerce kokuyla gerçekten egzotik bir yerdir. Daha mütevazı pazarlar, balık ve sebze için kalıcı tezgahların bulunduğu her şehir merkezinde bulunabilir.

    Uykulu mahallelerin canlandığı haftalık pazarlar, köylülerin ürünlerini satmak için belirlenen bir alanda gün doğmadan tezgahlarını kurduğu yerlerdir. Bu günlerde el sanatları, tekstil ürünleri, cam eşyalar ve diğer ev eşyaları da en uygun fiyatlarla sergilenenler arasındadır. Buraları benzersiz kılan sesler, görüntüler, kokular ve hareketliliğin yanı sıra sadece pazarda elde edilebilen yüksek kaliteli taze yiyeceklerdir. İnsanlar dar koridorlarda ilerlerken ve satıcılar onların dikkatini çekmek için rekabet ederken bolca pazarlık ve itiş kakış yaşanır. Bedeni ve ruhu arındırmanın bir yolu, her yıl bir aylığına deniz kenarında ucuz bir daire kiralamak ve pazardan alınan taze meyve ve sebzelerle yaşamak olabilir. Ancak, daha olası senaryo restoran gezmek olduğundan, burada doğru terminolojiyi öğrenmeniz için bazı ipuçları var, böylece mutfağın yanı sıra (a la Turca yemek yapma dürtüsüne kapılırsanız diye) müzeler ve arkeolojik harikalar kadar yemek yerlerini bulmanın da önemli olduğu Türk şehirlerinin sokaklarında gezinebilirsiniz.

  • Türkiye’de araç kiralama hizmeti hızlı, kişiselleştirilmiş ve etkilidir

    Türkiye’de araç kiralama hizmeti hızlı, kişiselleştirilmiş ve etkilidir, çok çeşitli araçlarla, çok rekabetçi fiyatlarla ve mükemmel bir hizmetle size Araç Kiralama için en iyi fiyatı sunan çok sayıda Araç Kiralama şirketi bulabilirsiniz. Türkiye’de düşük maliyetli araç kiralamada yılların tecrübesiyle, Araç Kiralama şirketleri çok yüksek kalitede mükemmel bir hizmet sunmayı öğrenmiştir.
    Büyük bir araç kiralama filosu ile Delegasyonlarınızın her yerinde emrinize model seçimi. Böylece ihtiyaçlarınıza uygun aracı seçebilirsiniz. Türkiye genelinde her şehirde çok sayıda Araç Kiralama Şirketi bulunmaktadır. İhtiyaçlarınıza uygun bir tane bulacağınızı umuyoruz.